E.C.A.
200x200 piksel Reklam Alanı

İnşaat Mühendisleri İstanbul Şubesi'nden Beklenen Marmara Depremi için Seferberlik Çağrısı

İnşaat Mühendisleri İstanbul Şubesi'nden Beklenen Marmara Depremi için Seferberlik Çağrısı

16 AÄŸustos 2021 | HABERLER732 kez okundu

1999 depreminin yıldönümünde bir kez daha hatırlatmayı görev biliyoruz: İstanbul da, Türkiye de yaklaÅŸan Marmara depremine yeterince hazır deÄŸildir.
Beklenen deprem İstanbul ve Marmara bölgesi için her açıdan tam bir yıkım olacaktır.
2004 yılındaki Deprem Åžurası’nda bir konuÅŸma yapan dönemin BaÅŸbakanı ErdoÄŸan, “acılardan ders alacağız” demiÅŸti. 2020 İzmir depreminden sonra CumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan yine “acılardan ders alacağız” dedi.
Ne acılardan ders alındı, ne de binalarımız, kentlerimiz depreme hazır hale getirildi.
Hamasi yaklaşımlarla gerçekçi ve kalıcı çözümler üretilemediÄŸi, 1999 depreminden sonra yaÅŸanan Afyon, Bingöl, Van, Elazığ, İzmir depremlerinde açıkça görüldü.
2020 yılında ölümlü deprem yaÅŸanan ülkeler arasında Türkiye ilk sırada yer alıyor. Türkiye dünya ölçeÄŸinde afete karşı kırılgan ülkeler sıralamasında ilk dörtte bulunuyor.
İstanbul’un yapı stoku eskidir; binalarımızın kayda deÄŸer kısmı 40 yaÅŸ ve üzerindedir.
Bunun anlamı açıktır: Yüz binlerce İstanbullunun hayatı her an tehlikededir.
En iyimser deprem senaryolarında bile on binlerce kayıp yaÅŸanacağı öngörülmektedir.
Çevre ve Åžehircilik Bakanlığı, İstanbul’da 300 bin konutun acilen yenilenmesi gerektiÄŸini ifade ettiÄŸine ve bu doÄŸrultuda somut bir çalışma olmadığına göre olası bir deprem konusunda İstanbullular ve İstanbul’da yakınları bulunan halkımız kaygılıdır.
İstanbul’un depreme hazır hale getirilmesi, İstanbulluların can ve mâl güvenliÄŸinin saÄŸlanması temel, vazgeçilmez, ertelenemez, ötelenemez bir ihtiyaç olarak önümüzde duruyorken iktidar servet sahiplerine yönelik bir rant projesi olan Kanal İstanbul’a öncelik vermektedir.
Kanal İstanbul projesine aktarılacak kaynakların çok daha azıyla, İstanbul büyük ölçüde depreme hazır hale getirilebilir. Yalnızca bu nedenle dahi Kanal İstanbul bir ihanet projesidir.
Türkiye’de afet ve acil durum yönetimi ya yoktur ya da çok yetersizdir. Hâlâ sürmekte olan salgın, son zamanlarda yaÅŸadığımız orman yangınları ve seller bu gerçeÄŸi bir kez daha önümüze koymuÅŸtur.
Deprem için ulusal seferberlik ÅŸarttır. Bu seferberlik için bir an evvel harekete geçmeyenler ülkemizi ve milletimizi topyekûn etkileyecek bir yıkımın sorumluları olacaklardır.
17 AÄŸustos 1999 depreminin yıldönümünde düzenlediÄŸimiz basın toplantısına hoÅŸ geldiniz. İnÅŸaat Mühendisleri Odası İstanbul Åžubesi olarak görüÅŸlerimizi paylaÅŸmaya geçmeden önce vurgulamak gerekiyor ki, Marmara depreminin her yıldönümünde benzer sorunları dile getirmek, üstelik de bu günlerde ülkemizin dört bir köÅŸesi yangınlar ve seller nedeniyle afet bölgesi haline gelmiÅŸken aynı çözüm önerileriyle kamuoyunun karşısına çıkmak durumunda kalmaktan hiç mutlu deÄŸiliz.
Son günlerde hepimizi derinden etkileyen yangın ve sel afetlerinin gerçekleÅŸtiÄŸi bölgelerde yaÅŸayan vatandaÅŸlarımıza geçmiÅŸ olsun dileklerimizi iletiyor, hayatını kaybeden vatandaÅŸlarımızın ailelerine ve yakınlarına baÅŸsaÄŸlığı diliyoruz. Acılarını yürekten paylaşıyoruz…
Açıkçası bu kısır döngünün sorumlusu elbette biz deÄŸiliz. En sonda söyleyeceÄŸimiz sözü açıklamamıza baÅŸlarken de vurgulamakta yarar görüyoruz. Milat olarak kabul edilen Marmara depreminin üzerinden geçen 22 yıl boyunca ne merkezi yönetim ne de yerel yönetimler sorumluluÄŸunu yerine getirmiÅŸtir. Ne yapılarımızın ne de kentlerimizin deprem güvenliÄŸi saÄŸlanmıştır.

Açıkça ifade etmek gerekirse: Ne İstanbul ne de Türkiye depreme hazırdır.
Öncesinde pek çok deprem yaÅŸanmasına raÄŸmen 1999 depremi milat olarak kabul edildi. Çünkü ‘99 depremi bilindiÄŸi halde görmezden gelinen pek çok sorunu gün yüzüne çıkardı. Yıkım büyüktü. Binlerce vatandaşımız hayatını kaybetti ve yaralandı. Ekonomideki kayıplar telafi edilemez düzeydeydi. Yapılarımızın, kentlerimizin, ulaşım ve iletiÅŸim altyapımızın depreme hazır olmadığı açığa çıktı. Deprem sırasında ve sonrasında yapılması gerekenler bilinmiyordu. Daha da kötüsü, merkezi ve yerel düzeyde kamu yönetiminin afete ve sonrasına iliÅŸkin ciddi bir planı bulunmuyordu.
Oysa Anadolu, Erzincan’dan Lice’ye, Dinar’dan Ceyhan’a, Bingöl’den Elazığ’a kadar büyük depremlere tanık olmuÅŸ bir coÄŸrafyaydı. Yine de 1999 depreminin milat kabul edilebileceÄŸi deÄŸerlendirildi ve ülke olarak Kuzey Anadolu Fayı’nın batı ucunda, Marmara Denizi içinde kalan kısmında gerçekleÅŸmesi beklenen bir sonraki büyük depreme hazırlanma süreci baÅŸladı.
Zamanın BaÅŸbakanı Recep Tayyip ErdoÄŸan 2004 yılında toplanan Deprem Åžurası’nda yaptığı konuÅŸmada “21. Yüzyıl Cumhuriyet Türkiye’sinin artık deprem manzarası yaÅŸamaması” gerektiÄŸini belirterek, hükümetin elinden geleni yapacağını, acılardan ders alınacağını ifade etti. Deprem Åžurası hükümet adına katılan siyasilerin “artık hiçbir ÅŸey eskisi gibi olmayacak” vaadiyle sona ermiÅŸti.
İzmir’de 115 vatandaşımızın hayatını kaybettiÄŸi 2020 Ege Denizi depreminden sonra partisinin geniÅŸletilmiÅŸ il baÅŸkanları toplantısında bir konuÅŸma yapan AKP Genel BaÅŸkanı ve CumhurbaÅŸkanı Recep Tayyip ErdoÄŸan yine benzer ifadeler kullanarak, yaÅŸanan her felaketin bir ders olduÄŸunu söyledi.
Acılardan ders alındı mı? Ne yazık ki bu soruya “evet” demek mümkün deÄŸildir. Ders alınmaması, milletimizi o tarihten sonra yaÅŸanan Van, Elazığ, İzmir depremlerindeki acı sonuçlarla karşı karşıya bıraktı.
Türkiye’nin ihtiyacı hamaset deÄŸil, sorunların açıkça ortaya konması ve gerçekçi, uygulanabilir çözümler üretilmesidir.

TeÅŸhis doÄŸru, ya tedavi
Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduÄŸu ÅŸüpheye yer bırakmayacak biçimde anlaşılmıştır. Tecrübelerimizden baÅŸka kanıta ihtiyacımız yoktur.
Birer doÄŸa olayı olan depremler güvenli yapılar üretilemediÄŸi, planlı kentleÅŸme saÄŸlanamadığı için afete dönüÅŸmektedir. 1999 depreminden 2020 depremine kadar ortaya çıkan karanlık tablo, olanca ağırlığı ile karşımızda durmaktadır.
Türkiye’nin felaketlere açık yapısı uluslararası kurumların da deÄŸerlendirmelerinde yer almaktadır. ÖrneÄŸin OECD tarafından her yıl hazırlanan “Hükümetlere Bakış” baÅŸlıklı raporda doÄŸal ve doÄŸal olmayan felaket yaÅŸayan ülkeler sıralamasında Türkiye ilk dörtte yer alıyor. Raporda bir olayın felaket sayılabilmesi için 10 ya da daha fazla insanın hayatını kaybetmesi, 100 ya da daha fazla insanın olaydan etkilenmesi, olayın olaÄŸanüstü hâl ilan edilmesini gerektirecek ağırlıkta olması ÅŸartı aranıyor. İlk dört içerisinde yer alan ülkeler ÅŸöyle sıralanıyor: ABD, Meksika, Japonya ve Türkiye.
ABD merkezli deprem araÅŸtırma kurumunun (USGS) 2020 verilerine göre ise 2020 yılı içerisinde meydana gelen depremlerde en fazla can kaybının Türkiye’de yaÅŸandığı belirtiliyor.

Kurum verilerinde 2020 yılında 6,5 üzerinde 27 deprem meydana geldiÄŸi bilgisi yer alıyor. ÖrneÄŸin 23 Haziran 2020’de Meksika’da 7,4 büyüklüÄŸünde depremde 10 kiÅŸi hayatını kaybediyor. 17 Temmuz 2020’de Papua Yeni Gine’de 7 büyüklüÄŸünde depremdeki bir can kaybı olmuÅŸ. Japonya, Åžili, Endonezya, Yunanistan, Solomon Adaları ve Amerika’da 6,5 ve 6,9 büyüklüÄŸündeki depremlerde can kaybı görülmemiÅŸ. Türkiye’de ise baÅŸka bir tablo çıkıyor karşımıza. 24 Ocak 2020 Elazığ depreminde 41, 30 Ekim 2020 İzmir depreminde 117 kiÅŸi hayatını kaybetmiÅŸ.
Bu veriler yapılara, yapı üretim sürecine dikkat kesilmeyi getirmektedir. Asıl tartışılması gereken nokta burasıdır: Türkiye afetlere açık bir ülkedir ve yapılarımızın deprem güvenliÄŸi yoktur.
Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduÄŸu tespiti baÅŸka tespitleri gündeme getirmektedir: “Hastalık” bilinmekte, ancak tedavi konusunda adım atılamamaktadır. Ya da tedavi olarak baÅŸlatılan giriÅŸimlerden sonuç alınamamaktadır. Yapılarımız, kentlerimiz depreme hazır hale getirilememektedir. VatandaÅŸlarımızın can ve mâl güvenliÄŸi saÄŸlanamamaktadır.
Peki neden? Bu soru 1999 depremlerinden bu yana sorulmuÅŸ, ancak ne ikna edici bir yanıt alınmış ne de sorunlar çözülmüÅŸtür.

Mevcut yapı stoku tehlikeye davetiyedir
Ülke genelinde yaklaşık 20 milyon yapı bulunmaktadır. İstanbul’da ise 1 milyon 100 bin civarındadır. Hem ülke genelindeki hem de İstanbul özelinde yapı stokunun en az yarısının mühendislik hizmeti almadan üretildiÄŸi, ya yapı denetime hiç tabi olmadığı ya da saÄŸlıksız ve iÅŸlevsiz denetim gördüÄŸü, kaçak ve ruhsatsız olduÄŸu bilinmektedir. Mevcut yapılarda kolon kesme, kat ilavesi gibi ruhsat dışı tadilatlar sıradanlaÅŸmıştır. Son “imar barışı” uygulamasına baÅŸvuru sayıları ve konuları bu açıdan da ayrıca deÄŸerlendirilmelidir.
1999 depreminde merkez üssünden 100 kilometre uzaklığına raÄŸmen İstanbul-Avcılar’da 50 binanın tamamen yıkılmış, 30 binanın orta ve az hasar almış ve bine yakın yurttaşımızın hayatını kaybetmiÅŸ olması bu durumun somut bir örneÄŸidir. Son yıllarda deprem görmediÄŸi halde göçen binalar, yıkılan istinat duvarları İstanbul’un yapı stoku hakkında fikir vermektedir.
Elbette bütün bunlar merkezi ve yerel yönetimler tarafından bilinmektedir. ÖrneÄŸin, TBMM bünyesinde kurulan Deprem Komisyonu raporunda İstanbul baÅŸta olmak üzere Türkiye’nin depremselliÄŸi ve yapı stoku üzerine ayrıntıları ile durulmuÅŸtur. İstanbul’un hızlı kentleÅŸme ve denetimsiz yapılaÅŸma neticesinde riskli yapı gerçeÄŸiyle karşı karşıya olduÄŸu, ruhsatsız ve kaçak yapıların deprem güvenliÄŸinin sorgulanması gerektiÄŸi belirtilerek İstanbul’daki binaların % 15’inin risk altında olduÄŸu tespit edilmiÅŸtir.
İstanbul BüyükÅŸehir Belediye BaÅŸkanı Ekrem İmamoÄŸlu, 2019 yılında Belediye Meclis toplantısında yaptığı sunumda İBB Deprem ve Zemin İnceleme MüdürlüÄŸü ile BoÄŸaziçi Üniversitesi tarafından hazırlanan bir baÅŸka deprem senaryosunu paylaÅŸmıştır. İmamoÄŸlu, İstanbul’da ağır hasarlı bina sayısının 48 bin, orta ve daha üstü hasarlı bina sayısının 194 bin olacağını ifade etmiÅŸtir.
Bu senaryoya göre her yüz binadan 23’ünde hasar beklendiÄŸini, 25 milyon ton enkaz oluÅŸacağını, yolların üçte birinin kapanacağını, 463 içme suyu noktasının, bin 45 atık su noktasının ve 355 doÄŸal gaz noktasının hasar göreceÄŸini, toplamda 120 milyar TL yapısal ve yapısal olmayan ekonomik kayıp yaÅŸanacağını’ kaydetmiÅŸtir.

Kadim kent mi, eski kent mi?
İstanbul dünyanın kadim kentlerinden biridir. Nice uygarlıklara ev sahipliÄŸi yapmıştır. Bu uygarlıkların kültürel mirasının izlerini İstanbul’da bulmak mümkündür. Kadim sözcüÄŸü eskiliÄŸi deÄŸil öncesizliÄŸi ifade etmektedir. İstanbul kadim kenttir ancak aynı zamanda eski ve hatta köhne bir kenttir.
“EskiliÄŸin” önemli kriterlerinden biri de binaların eski olmasıdır. Binaların deprem güvenliÄŸi baÄŸlamında konuya yaklaşıldığında “eskilik” can güvenliÄŸini tehdit eden bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır.
En iyimser deprem senaryolarında on binlerce binanın deÄŸiÅŸik düzeylerde hasar göreceÄŸi, yüz binlerce vatandaşın etkileneceÄŸi belirtilmektedir. İyimser senaryo ÅŸöyle formüle edilmektedir: İstanbul’da bulunan yaklaşık 1 milyon 200 bin binanın yüzde birinin ağır ve çok ağır hasara uÄŸrayacağı, yüzde 1’e karşılık gelen 12 bin binada yaklaşık 500 bin kiÅŸinin yaÅŸadığı varsayılmaktadır. Kaldı ki İstanbul’un mevcut yapı stokunun durumu ortadadır ve binaların depreme vereceÄŸi olumsuz tepki, iyimser tahminlerdeki oranla karşılaÅŸtırılamayacak derecede olacaktır.
Çevre ve Åžehircilik Bakanı Murat Kurum ise 11 Temmuz 2020’de yaptığı açıklamada İstanbul’da 300 bin konutun acilen yenilenmesi gerektiÄŸini kaydetmiÅŸtir. Yani bir baÅŸka ifade ile Sayın Bakanın elindeki bilgilere göre üretilecek deprem senaryosu daha vahim sonuçlarla karşı karşıya kalınacağına iÅŸaret etmektedir.

İstanbul alarm veriyor
Aynı açıklamada Sayın Bakan 300 bin konutun yenileme, güçlendirme çalışmalarının 2023 yılına kadar tamamlanacağından söz etmiÅŸti. Bu vaadin gerçekçi olup olmadığını kamuoyunun takdirine bırakıyoruz. Çünkü böyle bir çalışmanın İstanbul’u büyük bir ÅŸantiyeye çevireceÄŸi açıktır. Açıkçası hamaset ve boÅŸ vaatler devam etmekte, İstanbullular kaderine razı ÅŸekilde depremi beklemektedir.
Olası bir depremde karşı karşıya kalınacak tek sorun çöken binalar ve can pazarı olmayacaktır. Binalardan deprem toplanma alanlarına, ulaşımdan iletiÅŸime, barınma sorunundan saÄŸlık hizmetlerine, beslenmeden nüfusun güvenli alanlara tahliyesine kadar İstanbul içinden çıkılması güç sorunlarla yüz yüzedir.
Bu baÄŸlamda, Eylül 2019’da meydana gelen İstanbul depremi erken uyarı olarak kabul edilmelidir.
BüyüklüÄŸü ve ÅŸiddeti 1999 depremiyle karşılaÅŸtırılmayacak düzeyde düÅŸük olan 2019 depreminde iletiÅŸim altyapısı çökmüÅŸ, ulaşım yollarının yeterli olmadığı anlaşılmış, trafik kilitlenmiÅŸ, deprem toplanma alanlarının yetersizliÄŸi ortaya çıkmış, toplumdaki panik hali belirleyici olmuÅŸ, milyonlarca İstanbullu ne yapacağını bilemez halde kalmıştır.
Elbette bu tabloda, 1999 depremlerinden sonra belirlenen deprem toplanma alanlarını ve ulaşım güzergâhlarını yapılaÅŸmaya açan, AVM ve otoparka çeviren, kentsel dönüÅŸüm projeleri için rant deÄŸeri yüksek bölgeleri seçen, altyapı yatırımlarını ihmal eden, depremle yaÅŸama kültürünü oluÅŸturamayan merkezi yönetimin ve yerel yöneticilerin sorumluluÄŸu bulunmaktadır ancak sorumluların bilinmesi İstanbulluların karşı karşıya bulunduÄŸu tehlikeyi ortadan kaldırmamaktadır.

Özetle, İstanbul tehlike altındadır.
Bir ihanet ve yıkım projesi: Kanal İstanbul
Kamu yönetimini harekete geçiren; karar, tasarruf ve projelerine yön veren tılsımlı sözcük “İHTİYAÇ”tır. “İstanbul’un ihtiyacı nedir?” sorusu, atacağımız her adımda aklımızda olması gereken bir sorudur.

İstanbul’un depreme hazır hale getirilmesi, İstanbulluların can ve mâl güvenliÄŸinin saÄŸlanması temel, vazgeçilemez ve ertelenemez bir ihtiyaçtır.
Kanal İstanbul ise bırakalım ihtiyaç olup olmadığını, kentin yükünü ve haliyle sorunlarını kat ve kat artıracak bir projedir. Mevcut yapısal sorunlarla baÅŸ etmeye çalışan İstanbul’un bu ilave yükü kaldırması mümkün deÄŸildir.
Kamuoyuyla defalarca paylaşıldığı için Kanal İstanbul projesinin yol açacağı olumsuzlukların ayrıntılarına girmek gerekmeyebilir ancak ÅŸunu söylemeden de geçmek istemiyoruz: Deprem tehlikesi altında bulunan İstanbul için bu proje ihanettir, yıkımdır.
İhanettir çünkü kentin ve yapıların depreme hazırlanması için kullanılabilecek kaynaklar projeye aktarılacaktır. Proje güzergâhında bulunan arazilerin rantı dışında tek bir maddi getiri bulunmamaktadır. Arazilerin yıllar önce nasıl el deÄŸiÅŸtirdiÄŸi, deyim yerindeyse kimler tarafından “kapatıldığı” kamuoyuna yansımıştır. Açıkçası can derdi gibi yakıcı bir sorunla baÅŸa çıkmaya çalışan İstanbulluların kaygıları hiçe sayılmaktadır. Rant hırsı iktidarı kör etmiÅŸtir. Yerli ve yabancı sermaye gruplarına, daha çok da kendi dar çevrelerine menfaat saÄŸlamak insanlarımızın hayatını korumaya üstün gelmiÅŸtir.
Yıkımdır çünkü İstanbul’un nüfus ve yapılaÅŸma yoÄŸunluÄŸunu artıracak, tarım arazilerinden su havzalarına, yeÅŸil alanlarından kıyı yaÅŸamına, ulaşımdan altyapıya, barajlardan sosyal dokuya kadar telafi edilemez zararlar verecektir.
TBMM Deprem Komisyonu raporunda belirtildiÄŸi gibi büyükÅŸehirlerdeki konut ve nüfus baskısını azaltmak, bunun için kırsal alanların cazibesini artırmak yönünde tedbirler alınması gerekirken, hem yapılaÅŸmayı hem de nüfusu artıracak bir proje konusunda ısrar etmek nasıl bir yıkım ve ihanetle karşı karşıya olduÄŸumuzu göstermektedir.
1999 depreminin yıldönümünde bir kez daha iktidara seslenmek istiyoruz. Kanal İstanbul projesinden vazgeçin. Bütçe olanaklarını ve harekete geçirilmesi olası mali kaynakları İstanbul’un depreme hazırlanması için deÄŸerlendirin.
EÄŸer bunu yapmazsanız yaÅŸanacak acıların yükü sizin omuzlarınızda olacaktır.

Türkiye afet yönetiminde sınıfta kaldı
Türkiye’de afet yönetimi ya yoktur ya da oldukça yetersizdir. Ne yazık ki konu üzerinde durulmamakta, bilimsel esaslar çerçevesinde çalışma yürütülmemekte, planlama yapılmamaktadır.
Deprem gibi seller ve yangınlar da doÄŸal afet olarak deÄŸerlendirilmektedir. Son birkaç ay içerisinde Karadeniz bölgesini su taÅŸkınları vurmuÅŸ, pek çok yerleÅŸim birimi selden etkilenmiÅŸ, tarım arazileri zarar görmüÅŸ, can kayıpları olmuÅŸtur. Ege ve Akdeniz’deki yangın ise ormanları ve bitki örtüsünü barındırdığı tüm canlı varlığıyla birlikte yok etmiÅŸtir. Bunun ne anlama geldiÄŸi açıktır. Yitip giden canlarımızın yanında uzun yıllar telafi edilemeyecek olumsuz bir tablo oluÅŸmuÅŸtur. Binlerce dekarlık tarım arazisi yok olmuÅŸ, onbinlerce hektar ormanlık alan yanmış, hayvancılık bitme noktasına gelmiÅŸ, insanlar evsiz kalmıştır.
Afetler doÄŸaldır ancak doÄŸal olmayan afet sonrası karşı karşıya kalınan çaresizliktir. ÇaresizliÄŸin nedeni ise tartışmaya gerek bırakmayacak derecede açık ve nettir: İktidarın afetle mücadele planı yoktur. Araç-gereç yoktur ya da yetersizdir. Yangın söndürme uçağı bile olmayan ya da birkaç tane uçaÄŸa sahip bir ülkenin afeti ciddiye aldığını ve afetle mücadele edeceÄŸini iddia etmek mümkün deÄŸildir. Buradaki kritik nokta, defalarca vurguladığımız üzere insan hayatına verilen deÄŸerle ilgilidir. İnsan hayatının niteliÄŸini yükseltme, bunun için kaynak aktarma konusunda mevcut iktidarın sicili hayli bozuktur.

Son birkaç onyılda meydana gelen depremlerde ve sel, yangın gibi diÄŸer afetlerde görüldüÄŸü üzere “afet yönetimi” topluma güven vermekten uzaktır. Afete hazırlıktaki, afet sonrası planlamadaki zafiyetin en az afetin kendisi kadar zarar vereceÄŸi açıktır. Ne yazık ki iktidar ÅŸimdiye kadar “yaraları sarma” söylemi dışında kaygıları giderecek çalışmalar gerçekleÅŸtirmemiÅŸ, gerekli donanımı saÄŸlamamıştır.
Yangında ve selde afet yönetiminde sınıfta kalan iktidar on binlerce binanın ağır hasar göreceÄŸi, yüz binlerce kiÅŸinin doÄŸrudan etkileneceÄŸi, milyonlarca İstanbullunun tahliye edilmesinin zorunlu olduÄŸu ve barınma sorunun baÅŸ göstereceÄŸi olası İstanbul depreminde ne yapacaktır?

Ulusun yıkımına sebep olmayın
Sorunlar bellidir; kentlerimizin ve yapılarımızın neden bu halde olduÄŸu sır deÄŸildir. Çözüm mümkündür ancak kamu yönetiminin akılcı, bilimsel karar ve tasarruflarını gerektirmektedir.
İfade etmeliyiz ki, inÅŸaat mühendisliÄŸi her zeminde güvenli ve saÄŸlıklı yapı üretiminin gerçekleÅŸtirilebileceÄŸini kanıtlamış bir bilim dalıdır. Yeter ki bilimsel esaslarda zemin etüdü yapılsın, zemine uygun tasarım gerçekleÅŸtirilsin, nitelikli malzeme kullanılsın ve eksiksiz yapı denetimi uygulansın. Bu baÅŸarıldığı takdirde doÄŸa olayı olan depremin afete dönüÅŸmesi söz konusu olamaz. Bir baÅŸka ifade ile inÅŸaat mühendisliÄŸi insan hayatını kolaylaÅŸtıracak, niteliÄŸini yükseltecek, güvenliÄŸini saÄŸlayacak, toplumun yeni ihtiyaçlarını karşılayacak donanımdadır.
Burada kamu yönetimine düÅŸen sorumluluk güvenli yapı üretimini saÄŸlayacak, kentleri ve yapıları depreme hazırlayacak, merkezi yönetim, yerel yönetim ve vatandaÅŸ iÅŸbirliÄŸini tesis edecek, meslek disiplinlerini ortak bir zeminde buluÅŸturacak, üniversiteleri ve konunun uzmanlarını sürece dahil edecek, yenileme ve güçlendirme çalışmaları için gerekli mali kaynağı yaratacak, katılımcılığı ve ÅŸeffaflığı sürecin belirleyicisi kılacak koÅŸulları oluÅŸturmak, bunun için gerekli yasal düzenlemeleri yapmaktır.
Kamu yönetiminin sorumluluÄŸu sadece güvenli yapı üretimini saÄŸlamakla sınırlı deÄŸildir. Kamu yönetimi aynı zamanda nüfus ve yapılaÅŸma yoÄŸunluÄŸunu deprem tehlikesi ve kentin ihtiyaçlarını gözeten bir noktadan planlamakla mükelleftir. Yapı güvenliÄŸi saÄŸlanmış, yaÅŸanabilir kentler yaratmak mümkündür.
Meslek örgütümüz kurulduÄŸu 1954 yılından bu yana, 1999 depreminden sonra artan bir ivmeyle mevcut durumun fotoÄŸrafını çekmiÅŸ, neler yapılması gerektiÄŸi üzerine önemli çalışmalar gerçekleÅŸtirmiÅŸ, uluslararası ölçekte pek çok bilimsel-teknik toplantı yapmıştır. Birkaç ay önce yapılan ve oldukça önemli tartışmaların yaÅŸandığı 9. Deprem MühendisliÄŸi Konferansı bunlardan sadece biridir. Bu toplantılarda üretilen fikirler, önerilen çözümler, merkezi ve yerel yönetimler için büyük fırsat ve olanaklar saÄŸlamaktadır. Ancak ne yazık ki kamu yönetiminin bu tür toplantılara ilgisizliÄŸi dikkat çekmektedir.
Åžu noktaya vurgu yapmak gerekiyor: Bilime hak ettiÄŸi deÄŸeri vermeyen, bilimsel-teknolojik geliÅŸmelere kapalı, bilim insanlarını, teknik uzmanları görmezden gelen yönetim anlayışının sorunları çözmesi, vatandaÅŸlarını mutlu etmesi ve gelecek kaygısını gidermesi mümkün deÄŸildir. Ne yazık ki bugün karşı karşıya kaldığımız durum budur.
Bitirirken ÅŸunu da ifade etmeliyiz: Tercih insan hayatını korumak, niteliÄŸini yükseltmek, güvenli yapılarıyla, sosyal donatılarıyla, yeÅŸil alanlarıyla yaÅŸanabilir bir kent yaratmaksa, yani öncelikli tercihler insanlardan, toplumdan yanaysa çözülemeyecek sorun yoktur.
Bütün kaynaklar ve potansiyelimiz bu uÄŸurda deÄŸerlendirilmelidir. Hiç ÅŸüphe yok ki bu ulusal bir seferberlik gerektirmektedir. Bilinmesini isteriz ki tarih, ulusal seferberliÄŸin gereklerini yerine getirmeyenleri “vatandaşına acı çektirenler, ulusun yıkımına sebep olanlar” ÅŸeklinde yazacaktır.
Nusret SUNA
TMMOB İnÅŸaat Mühendisleri Odası
İstanbul Şube Başkanı


 

R E K L A M

İlginizi çekebilir...

USGBC Daha Büyük Etki İçin LEED v5'i Yayımladı

ABD Yeşil Bina Konseyi (USGBC), amiral gemisi LEED (Enerji ve Çevresel Tasarımda Liderlik) yeşil bina programının en son sürümü olan LEED v5'i baş...
2 Mayıs 2025

Sektöre Yön Verenler İklimlendirme Zirvesi'nde Buluşacak

İSKİD tarafından düzenlenecek olan İklimlendirme Zirvesi, 5 Mayıs'ta "İklim Değişiyor, Siz Değişime Hazır mısınız?" temasıyla Hilton Bos...
1 Mayıs 2025

Yapı Fuarı - Turkeybuild İstanbul, İnşaat Sektörünün Buluşma Noktası Oldu

Yapı Fuarı-Turkeybuild İstanbul'a bu yıl 19 ülkeden 437 katılımcı ve 765 marka katıldı. 62 ülkeden 408 davetli satın almacıya dört gün boyunca ev ...
30 Nisan 2025

 
Anladım
Web sitemizde kullanıcı deneyiminizi artırmak için çerez (cookie) kullanılır. Daha fazla bilgi için lütfen tıklayınız...

  • Boat Builder Türkiye
  • Çatı ve Cephe Sistemleri Dergisi
  • Enerji & DoÄŸalgaz Dergisi
  • Enerji ve Çevre Dünyası
  • Su ve Çevre Teknolojileri Dergisi
  • Tersane Dergisi
  • Tesisat Dergisi
  • Yalıtım Dergisi
  • Yangın ve Güvenlik
  • İklimlendirme Sektörü KataloÄŸu
  • Yangın ve Güvenlik Sektörü KataloÄŸu
  • Yalıtım Sektörü KataloÄŸu
  • Su ve Çevre Sektörü KataloÄŸu

©2025 B2B Medya - Teknik Sektör Yayıncılığı A.Åž. | Sektörel Yayıncılar DerneÄŸi üyesidir. | Çerez Bilgisi ve Gizlilik Politikamız için lütfen tıklayınız.